Genç ve Ergen Terbiyesindeki Yöntem ve Metodlar

Dr. Muhammed Ali HajiDehabadi

Çeviri: Hasan BEDEL

Giriş

“Eğitim Metodu” bahsi, hiç şüphesiz eğitim konularının en önemlilerinden birisi olarak görülmektedir. Çünkü bu konu, eğitimin ilerlemesine hâkim olan yöntem ve sistemleri doyurucu biçimde açıklamaktadır. Bu yüzden program, yöntem ve hedeflere hâkim olan metodları kapsamaktadır. Başka bir açıdan, insan gelişiminin aşamalı olmasını dikkate alarak, bu mertebelerin birbirlerine olan yakınlığıyla eğitimin ilerlemesinde hâkim olan yöntemlerden bu merhalede bahsetmek mümkündür. Başka bir deyişle, eğitim metodunu insan ömrünün tüm merhalelerinde hâkim olan genel eğitim metoduna ve insan gelişimindeki her merhaleye (çocukluk, ergenlik, gençlik ve yetişkinlik) bölmek mümkündür. Buna ilâve olarak, insan eğitiminin doğal durumu ve gidişatı onun şahsiyetinin olumlu yönleri ve davranışlarının üzerine kuruludur. Olumsuz davranışlar ve özellikler zarar verici bir durum olarak algılanmaktadır. Gözlemleyerek eğitim metodundan her iki durum için de bahsetmek mümkündür. 

Bu bölümde, ergenlik ve gençlik olarak adlandırılan evrelerde insan gelişimi esas alınarak bu iki dönemin bir nevi gözlemi yapılacaktır. Elbette bu ayrımın sebebi, ergen ve gençlik terbiyesi konusunda daha fazla kolaylık sağlamak ve daha dikkatli olmak için yapılmaktadır. Zaten, ergen ve gençleri iyi davranış ve huylara sevk ettiğimiz zaman, onun beğenilmeyen davranışlardan uzak kalma ortamını hazırlamış oluruz. Bu açıdan gençler için boş vakitlerinde uğraşacakları faydalı şeylerin bulunması ve esasen onlar için meslekî ve öğretici uğraşların sağlanması, onların yoldan sapmalarının ister istemez önünü alacaktır. Buna karşılık bizim, olumsuz ve tasvip edilmeyen davranışlardan gençleri alıkoymamız, bu olumsuz ve zararlı davranışlar karşısında tedbirli olmamız gerekmekte ve ayrıca bunun için de, onların optimist ve faydalı fertler olmaları, kendi beceri ve kabiliyetlerini keşfetmeleri için yapıcı faaliyet alanları oluşturmamız icap etmektedir. Bunun için “Müsbet Metodlar” ve “Menfi Metodlar” adıyla iki yöntemi takip etmek gerekir. Müsbet metodtan maksat, gencin doğru eğitilmesi için ona kazandırılacak iyi sıfat, uygun davranış ve güzel huylardır. Menfi metod ile anlatılmaya çalışılan da, ergen ve genci pençesine alabilecek kötü alışkanlık ve tasvip edilmeyen davranışlardan beri tutmaktır. Şimdi bu iki önemli metodu detaylı bir şekilde inceleyelim.  

  1. Tasvip Edilen Davranışların Ortaya Çıkma ve Güçlendirilmesi Metodu

Dinî kaynaklarda, gençleri iyi ve tasvip edilmiş davranış ve huylara yöneltmek için birçok yöntem bulmak mümkündür ve burada da onların en önemlilerine değinilmektedir.

  1. Fikir ve Yol Birliği

İnsan gelişimi genel itibariyle bağlılık aşamasıyla başlar ve bağımsızlık merhalesiyle son bulur. Bu iki evrenin ortasında yer alan ergenlik ve gençlik dönemi de, insanın tedricen bağımlılıktan ayrılıp, bağımsızlığın eşiğine geldiği orta aşamadır. Aile ve toplumun yapması gereken de, gençleri bu bağımlılıktan kurtarıp, bağımsızlığa ulaşmasında yardımcı olmalarıdır. 

Bağımsızlık arzusu, gençlerin davranışlarında kendini gösteren isteklerden birisidir. Evde geçirdiği zamanı azaltıp, anne-babayla olan irtibatını yavaş yavaş indirgemesi, buna karşılık arkadaşlarıyla daha fazla zaman geçirip, yetişkinler için bazı normal olmayan davranışları cesurca yapmaları ve büyüklere karşı gelip, kendi görüşlerini savunmaları, bağımsızlık isteğinin alâmetlerinden yalnızca birkaçıdır. Buna rağmen yine de, onun fikrî olgunluk ve yeterli tecrübeye ulaşmamış olması ve bilinçliliğinin çoğu kez yetersiz kalmasından dolayı aile ve büyüklerin himayesi, bir şemsiye misali onu altına almalıdır. Onlar kendilerini gençlerle birliktelik etme hususunda görevli bilmeli ve onunla aynı şekilde düşünebilmek için çabalamalıdırlar.

Ergenlik ve gençlik dönemi, anne-babanın ve eğitmenin eski yöntemlerle ferdin davranışlarını kontrol altına alıp, yönlendirebileceği bir aşama değildir. Eğer ergen, başkaları tarafından baskı ve emir altına alındığı hissine kapılırsa tepki gösterecek ve kendi bağımsızlığını korumak için gerekirse inat edip, haksız da olsa, dik kafalılığa başvuracaktır. Artık ergenlik dönemi, boyun eğme ve itaat etme dönemi değildir. Ergen, kendisini anne-babası ve eğitmenleriyle aynı kategoride görmekte, görüş ve fikirlerine saygı duyulmasını beklemektedir. Bu aşamada eğitmenler, onların karşısında yer almak yerine, onların yanında olarak dayanışma ve ortak işler yapmakla gerekli olan tedbirleri almalıdırlar.

İslâm kaynaklarında bu esasa dayalı birçok örnek görmek mümkündür. Yüce İslâm Peygamberi Muhammed Mustafa’dan (s.a.a.) nakledilen bir rivayette ilk 21 yıllık yaşantının “âmir”, “memur” ve “vezir” olmak üzere üç bölüme ayrılması hususunda şöyle buyurmuştur:

 “Çocuk ilk yedi yıl ‘efendi’, ikinci yedi yıl ‘kul’ ve üçüncü yedi yıl da ‘vezir’dir.”

“Vezir” kelimesinin rivayetlerde ergenin özgürlük ve bağımsızlığının kısıtlanması aynı zamanda onun nispi bağımsızlığı olarak kullanılmıştır. Zira vezir, kendi buyruğu altındakilere yöneticilik ve müdürlük yapmakta bir yere kadar özgürdür ancak aynı şekilde kendinden üst makamın da nezareti altındadır. 

“Genç tabiatı gereği bağımsızlığa ve özgür bir kişiliğe susamış durumdadır. Bu yakıcı meyil Allah’ın hikmetli takdirinde, yaratılışta karar kılınmıştır. Resul-i Ekrem (s.a.a.) şöyle buyurur: Üçüncü yedi yılda çocuk, evin veziridir; yani anne-baba ona vezir muamelesi yapmakla mükelleftirler. Bu vesileyle onun tabiî ve fıtrî isteğini yerine getirmiş, onun bağımsızlık ve şahsiyetine saygı göstermiş, bu şekilde de onu topluma yakışır bir birey hâline getirmiş olurlar.”

Bazı rivayetlerde bu aşama ve gelişim sürecinden “birliktelik” aşaması olarak bahsedilmiştir. Örnek olarak, Peygamber Efendimizden (s.a.a.) nakledilen bir hadiste: 

“Altı yaşına gelene kadar çocuğunu özgür bırak, altı yaşından sonra ona okuma-yazma (Kur’ân) öğret; sonra yedi yıl onu gözet, yanından ayırma ve onu eğit. Eğer eğitimi kabul eder ıslah olursa ne iyi, yoksa onu serbest bırak.” 

“Birliktelik” tabiri, şu noktanın açıklayıcısıdır; çocuğa, onu kendi yanınızda tutacak ve gözetleyebileceğiniz bir çeşit bağımsızlık verin ve bu bağımsızlık da asla görmezlikten gelinmemelidir. Bu konu başka bir rivayette daha açık bir şekilde beyan edilmiştir: 

“Onu yedi yıl kendi yanında tut.”

Kur’ân’ın heyecan verici ve oldukça ibretli kıssalarından biri olan Hz. İbrahim’in (a.s.) kıssasında, o Hazret, kendi oğlunu boğazlayıp, öldürmekle görevlendirildiği zaman, İsmail’i (a.s.) kurban etme görevini evladıyla paylaşıp, onun görüşünü soruyor: 

“Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince, İbrahim dedi: “Yavrucuğum, uykuda görüyorum ki ben seni boğazlıyorum. Bak bakalım sen ne dersin?” “Babacığım, dedi, emrolduğun şeyi yap! Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın.”

İmam Zeynu’l-Âbidîn (a.s.) bir rivayette, insanların birbirleri üzerindeki haklarını şöyle beyan etmiştir: 

“Milletin birbiri üzerindeki hakları; onların yaşlı ve büyüklerini kendi babaları gibi ve onların gençlerini de kendi kardeşleri gibi bilmeleridir.”

İmam Zeynu’l-Âbidîn’in (a.s.) bu tabiri oldukça güzel ve etkileyicidir. İmam (a.s.), ergen ve gençleri kendi çocuğunuz veya emriniz altındakiler gibi görüp, her türlü emir ve yasağı getirme hakkına sahip olun buyurmuyor. O şunu söylüyor, onlar senin kardeşindir, bağımsızdırlar ama aynı zamanda senin yardım ve himayene de ihtiyaç duymaktadırlar. Bu, psikologların da teyit ettiği bir noktadır. Ünlü Amerikalı psikolog Carl Rogers konuyla ilgili şunları söyler: 

“Bir genç için büyükler grubundan bir dost ve yakın bir koruyucunun olması zaruridir.”  

Fikir ve yol birliği kuralına uymayıp, ifrat ve tefrit yolunu seçmek, ergen ve gençlerin kişiliğinde düzeltilemeyecek olumsuz etkiler bırakmaktadır. Çünkü onlar için yolu, her türlü adım atabilecekleri şekilde açar, onların davranışlarını hiçbir şekilde gözlem altında tutmaz ve ona görüş ve uygulamada yardımcı olmazsak; ya da bunun tam tersi, onun bağımsızlığa olan susamışlığına cevap vermez ve onun sürekli emrimiz altında olmasını istersek, onun asi ve başına buyruk olmasına sebep olur ya da onu zayıf, bağımlı ve alçak bir varlık hâline dönüştürürsek bu, onun yoldan çıkıp, sapmasına neden olacaktır.

  1. Dolaylı Metodların Doğrudan Metodlara Önceliği

Genellikle terbiye ve eğitim metodları hakkında konu açıldığında, büyükler tarafından alt kuşak bireyler ve yaşı itibariyle daha küçük olanlar üzerinde doğrudan uygulanan kişisel eğitim şekilleri nazarda tutulmaktadır. Bu tarz yaklaşımlar, onların şahsiyetlerinin şekillenmesinde bir hayli etkilidir. Ancak günümüz dünyasında doğrudan uygulanan eğitim metodları ve kalıplaşmış yöntemler üzerinde artık dikkatlice durmak gerekmektedir. Zaten modern dünyada bu yöntem ve metodların ne denli yetersiz kaldığı ve sorunlara cevap veremediği oldukça açık bir şekilde görülmektedir. 

Bu tür sınırlandırılmış, dar ve sathî (yüzeysel) eğitim sistemleri, insan terbiyesi için müsbet yönde etkili olabilecek diğer metodların uygulanmasının da önünü kapatmakta ve yaşam içerisinde oldukça fazla olan yapıcı rollerin çok azının hayata aksetmesine sebep olmaktadır. Özetlemek gerekirse, yapay bir eğitim ve terbiye sistemi kullanılmaktadır. 

Bu sorunun halli için gerekli olan şey, öncelikle eğitim ve terbiye metodlarına olan bakış açımızı değiştirmemiz ve eğitimin hayatın ta kendisi olduğunu kabul etmemiz olmalıdır. Hâl böyle olunca da gündelik yaşamın tüm parçaları, terbiye ve ahlâktan nasibini almış ve yavaş yavaş onun rengine bürünmüş olacaktır. Bu da ancak geniş çaplı program ve faaliyetlerin, dolaylı yollardan yapılan eğitim ile mümkün olabilir. Yani, artık yapmacık ve yapay bir eğitim sistemi olarak bilinen doğrudan metodlara çok az ihtiyaç kalacak ve dolaylı metodlarla kıyaslandığında ise oldukça sathî (yüzeysel) olduğu görülecektir.

Ergen ve gençler için dolaylı metodların doğrudan metodlara öncelik gereksinimine yukarıda yeterince değindik ama yine de bu konuya eklenmesi gereken bir başka önemli mesele de, bu dönemde insanın ruhî ve psikolojik olarak ne kadar hassas olduğunun bilinmesidir. Gençlerde var olan gurur ve bağımsızlık arzusu, bu dönemde o denli kendini dışa vurmaktadır ki, doğrudan olan eğitim metodlarına oldukça rahat cephe alabilmektedir. Elde edilen tecrübeler sayesinde şunu rahatlıkla dile getirebiliriz; buluğ çağındaki bir genç, kendisini kontrol altına alabilecek veya onu yönlendirebilecek her türlü doğrudan eğitim metodundan kaçar. Öyleyse uygulanması gereken en iyi yol, onların daha rahat düşünüp, kendilerini dinleyerek motive olabilecekleri ortamlar hazırlamak ve bu sayede daha sağlıklı neticelere ulaşmak olacaktır.

İslâmî öğretilerin en önemli özelliği, insan hayatının en ince ayrıntısına kadar söz sahibi olmasıdır. Çok nadirdir, İslâm öğretilerine âşina olduğu hâlde, bu öğretilerin hayatın her anına cevap verdiğini bilmeyen kimse; uyku ve ayıklıkta, oturup kalkmada, eylem ve günlük işlerde, istirahat ve boş vakitlerde, yeme ve içmede, bakmak ve gözleri sakındırmakta; kısaca hayatın tüm anlarında İslâm’ın bir sözü, bir rolü vardır. Tüm bunlar için birer eğitim metodu bulunmaktadır. Bu kanun ve kaideler doğrultusunda hareket edildiği takdirde İlâhî renge bürünür insan ve hatta ahiretleri için de sevap ve mükâfat vardır onlara.

İslâmî eğitimi konu alan rivayetler incelendiğinde, özellikle de ergen ve gençleri muhatap alıp, onlar hakkında kaynaklarda var olan rivayetler değerlendirildiğinde, karşımıza bu iki dönem fertlerinin yaşam içerisinde eğitilmesi öngörülüyor ve nitekim Din Önderleri (Masumlar) de bunun böyle olmasını isterken, kendilerinin de bu şekilde eğitim aldığı görülüyor. İmam Ali (a.s.) kendisinin henüz çocuk yaşta Allah’ın Resulü (s.a.a.) tarafından nasıl eğitildiğini şöyle açıklıyor:

“Sizler (Peygamber’in ashabı) Resulullah’a (s.a.a.) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum, o benim eğitimimi üstlendi. Beni yanına alır, bağrına basardı; vücudunun kokusunu duyardım; lokmayı çiğner, ağzıma koyardı… Deve yavrusu nasıl annesinin peşi sıra giderse, ben de onun ardınca giderdim. O, her gün bir huyunu bana öğretir, ona uymamı emrederdi.” 

Rivayetlerde aktarıldığı üzere, Kıyamet günü insanoğluna ömrünü, özellikle de gençliğini nerede harcadığının sorulmasının sebebi; bu öğretilerin ne denli önem arz ettiğinin birer göstergesidir. Bir gün Ashap, günlük geçimini sağlamak için çalışmakta olan bir gence bu yaptığının ibadet olmadığını söylediklerinde Allah’ın Resulü (s.a.a.) onları uyararak ibadetin yalnızca bir takım özel amelleri yerine getirmekten ibaret olmadığını, günlük yaşamını sürdürebilmek için yapılan işlerin ve hatta anne ve baba olmanın dahi ibadet olduğunu buyurmuştur. Gerçekte yapılması gereken şey de, İslâm öğretilerini yaşamın tüm evrelerine yaymak olmalıdır. Bu temele ait diğer misal ve örnekleri ileride değineceğimiz “Olumsuz davranış, duygu ve bakış açısının düzeltilmesine dair usuller” bölümünde göreceğiz.

Dolaylı yollar ile uygulanan eğitime öncelik vermek, yani bir başka deyişle öğretileri yaşamın tüm evrelerine yaymak, doğrudan olan eğitim metodlarını bir kenara atmak mânasına gelmemektedir. Eğitim, özellikle de talim ve terbiye rengine bürünmüş olan doğrudan eğitim, istidadı yüksek, zeki ve seçkinler için büyük başarılara gebedir. Elbette değinilmesi gereken bir diğer nokta da, dolaylı yollar ile uygulanan eğitimin, hayatın tüm dönemlerine yansıtılmasının bir zaruret olmadığı gerçeğidir. Bu ikisi, iki ayrı mefhum ve tabirdir, ama yine de öğretileri, yaşamın tüm evrelerine yaymak istediğimizde en çok kullanılan metodun, dolaylı yollar ile uygulanan eğitim sistemi olduğu görülecektir.

  1. İyi Niyet

Gençlerin eğitilmesindeki en önemli üçüncü husus ise iyi niyettir. Öğretmen ve eğitmenler başta olmak üzere gençleri yönlendirip eğitebilecek herkesin, gençlerin iyiliğini istemek dışında hiçbir gayesi olmamalıdır. Gençlerin eğitilmesindeki iyi niyetten amaç, gençlerin doğru yeteneklerinin açığa çıkmasına ve yüksek derecelere ulaşmasına yardımcı olmaktır. Bu amaç dışında çocuk ve gençler, kişisel, siyasal amaçlar ve grup çıkarları için kesinlikle kullanılmamalıdırlar. Çocuk ve genç, eğitmenin iyi niyet konumunda olduğunu hissederse olumsuzluklara karşı daha sabırlı olacaktır. Bunun yanında eğer ki genç içinde bulunduğu ortamda ona karşı saygı duyulmadığını hissederse istenilen veya istenilmeyen, kabul görmek veya görmemek, övgüler ve söylemlerin, onun başkalarını memnun etme düzeyine bağlı olduğunu hisseder ve dolayısıyla içinde bulunduğu eğitim ortamını yapay bir ortam olarak algılayacak, göstereceği tepkileri buna göre verecektir. Eğer eğitim, iyi niyet ve hayrı isteme üzerine kurulu olursa; genç, eğitmenin isteklerine o düzeyde olumlu yanıt verecektir. Buradaki en önemli nokta, genç her zaman bu iyi niyetin farkında olmayabilir, ama eğitmen en azından asgari düzeyde de olsa bunu gence hissettirmeye çalışmalıdır. Eğitmenin davranışları, konuşma şekli, beden dili, hayat tarzı, düşünceleri öyle olmalıdır ki, onun iyi niyetinden kimse şüphe duymamalıdır. Eğitimcinin iyi niyetli olması onun gençlere karşı kinci tavırlar içinde olmasını engelleyecek ve bu durumda eğittiği kişileri küçümsemeyip, zor duruma düşmelerini istemeyecektir ve onların eğitimi için en iyi yöntemlerin ve programların uygulanması için çabalayacaktır. İyi niyetli bir eğitimci, eğitim verdiği kişilere karşı her zaman adaletli olmalı ve onların davranışlarına karşı âdil bir tavır içerisinde olmalıdır. İslâmî metinlerde de defalarca gençler ile olan çalışmaların temelinde iyi niyet olması hususundan bahsedilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.a.) çok değerli bir hadisinde şöyle buyurur: 

“Sizi, gençlere karşı iyi niyetli olmaya çağırıyorum.” 

Din Önderleri’nin (Masum İmamlar) gençlere karşı iyi niyetli olduklarını, onların davranış ve söylemlerinden anlamak mümkündür. Örneğin; Peygamber Efendimiz (s.a.a.), Yahudi olan bir gencin ölüm döşeğinde iken yanında bulunarak onu İslâm’a davet etmiştir. Ondan iman ederek hayata veda etmesini istemiş ve öyle de olmuştur. Bir başka gencin de, ölümünden hemen önce annesinin rızasını almasını sağlaması, o gencin rahat bir şekilde can vermesine sebep olmuştur. İmam Zeynu’l-Âbidîn’in de (a.s.) gençler için ettiği hayır dolu duaları hiçbir şekilde unutmamak gerekir. Daha önce Hz. Muhammed’in (s.a.a.) “İslâm’a ilk inananlar, gençlerden ibretti, yaşlılar değil” sözüne de değinmiştik. Bu gerçeğin açıklanmasında Hz. Muhammed’in (s.a.a.) iyi niyetinden ve bu iyi niyetin gençler tarafından daha kolay algılanmasından bahsedilebilir. 

Gençlik döneminde henüz kirlenmemiş kalpler ve temiz yürekleri, bu iyi niyeti daha kolay algılayabilmelerini sağlamaktadır. Fakat yaş ilerleyip, istek ve arzular, içinde bulundukları ortamdan kaynaklanan yanlış algılama ve yorumlamalar, bu temiz fıtrî bilinci engellemektedir. Bu konuya delil olarak İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) ile Ebu Cafer Ehvel’in konuşmaları gösterilebilir. İmam, Ebu Cafer’e sorar: 

  • Basra’ya gittin mi? 
  • Evet.
  • Peki, insanların imamete olan bakışı ve onların bunu kabulünü nasıl buldun? 
  • Allah’a ant olsun ki, Şii’ler azınlıkta ve bu yolda çabaları olmasına rağmen o da kâfi değildir.
  • Öyleyse gençlere iyi davran ve onlara karşı anlayışlı ol, çünkü onlar iyiliği almakta istekli ve hızlılar.

Eğitimin gençlikte iyi niyet üzerine kurulu olması, ileri yaşta eğitim gerekmediği anlamına gelmiyor. Şöyle ki, eğitimin kendisi bir tür iyi niyet ve hayırdır. Yalnızca verilen öğüt ve nasihatlerin gençlik döneminde daha fazla önem arz ettiğidir.

  1. Olumlu Düşünce

Önceki konumuzda gençlere karşı iyi niyetten söz ettik. İyi niyetin gerçekleşmesinde destek olacak faktörlerden birisi müsbet ve olumlu düşüncelerdir. Ama olumlu düşünce iyi niyetin mutlak şartı değildir.

Olumlu düşünceden maksat, gencin kişiliğine, duygularına, hislerine, davranış ve düşüncelerine olumlu yaklaşımdır. Ama unutulmamalıdır ki, olumlu düşünmek, bunların kabulü anlamına gelmez, belki onların doğal ve insanî boyutlar olduklarını bizlere anlatır. Örneğin; gençlerin güzel ve şık giyinmesi, bakımlı olması gibi fiillerin, onların temizlik ve güzelliğe olan ilgileri olarak görülebilir veyahut tam aksine karşı cinsi etkileme arzusu olarak yorumlanabilir. Başka bir örnek olarak da, gençlerin inat ve dik başlılıklarını, onların özgür ve bağımsız bir birey olma isteğine bağlayabilir ve bunu bir tür doğru yoldan çıkma olarak addedebiliriz.

Optimist (iyimser) düşüncenin önemi, insan kişiliğinin gelişim evrelerine ve bunun dışa yansımasına bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. Gençlik, arzu ve isteklerin aklın önüne geçtiği bir evre ise Platon’un dediği “Sarhoşluk Dönemi” veya Hz. Muhammed’in (s.a.a.) buyurduğu “İnsanın bilgisi gençlikte az ve cahilliği de bir hayli fazladır” sözleri yerini bulacaktır. Öyleyse bu hesaba göre gençlerden doğru davranmaları ve hatasız olmalarını beklemek oldukça yersiz olacak ve onları fazlalık ve isyankâr görmemiz de mânasını yitirecektir. Aslında bizlerin, onların davranışlarına olumlu düşünce ve gerçekçi bir bakış ile kendilerine yaklaşmamız gerekmektedir. Böyle bir bakış ile bakıldığında, yenilikçi düşünceleri ve güzelliği istemeyi, gencin hakkı olarak görebiliriz. Emîru’l-Mü’minîn Ali (a.s.) ve o Hazret’in genç hizmetkârı Kanber’in kıyafet alışverişi sırasındaki şu konuşmalarından bu konu açıkça müşahede edilmektedir: 

İmam (a.s.), üç dirhem değerindeki kıyafeti Kanber’e ve iki dirhemlik kıyafeti ise kendisine alır. Üç dirhem eden kıyafet size yakışır diyen Kanber’e İmam şöyle buyurur: “Sen gençsin ve senin gençlik ihtiyaçların var. Kendimi senden üstün tuttuğum takdirde ben Allah’tan utanırım.” 

Eğer gençlere olumlu yaklaşılırsa, gencin bizlere göre hoşa gitmeyen birçok davranışı, artık doğal karşılanabilir ve zaten kişinin gençlikte böyle davranışları yoksa, asıl o zaman hayrete düşülmelidir. Allah’ın Resulü (s.a.a.) şöyle buyurur: 

“Yüce Allah, gençliğini yaşamayan gence hayret eder.” 

Dinî metinlerde bu konu hakkında birçok örnekler mevcuttur. Ama buradaki en önemli nokta, pozitif yaklaşımların sınırlarını iyi bilmektir. Hiçbir zaman olumlu düşünce, yanlış davranışların onayı gibi algılanmamalıdır. Hoş olmayan ve öğretilere aykırı davranışların gençlik döneminde doğal karşılanması ve bu davranışları kötüye yormamak ile bu davranışları onaylamak arasında büyük bir fark vardır. Maalesef gençlerin davranışlarına mukabil birçok aile ve eğitmenin yaptığı hata ise olumlu düşüncenin yanlış yorumlanması olmaktadır. Örneğin; gencin süslenme ve güzel görünme isteği, onun giyim şekli ve kendini algılayışını belirler, fakat bu istek örf ve adetlerin, toplumun ahlâk ananelerinin ötesine geçtiğinde, bu artık bir hata ve yoldan sapma olarak yorumlanmalı ve onu düzeltme yoluna gidilmelidir. Kızların hicapsız olmaları ve İslâm öğretilerine aykırı giyinmelerini onaylamak, olumlu düşünce sonucu olamaz, Batı gençliğindeki gibi giyinip, süslenmek, Türkiye ve İranlı Müslüman bir gence yakışmayacaktır.

  1. Sevgi ve Mahabbete Dayanan Eğitim

Eğitimin usul ve kaideleri, aslında o eğitimin kökünde saklıdır. Temeller gerçekleri yansıtır, usul ve kaideler ise olması gerekenlerden bahseder. Eğitim temelleri arasında beşerî konular, en önemli ve ehemmiyet arz eden konulardandır. Çünkü “İnsan”, eğitimin asıl konusudur. Eğitimde insanî konuları göz ardı etmek, tümüyle gerçek eğitimden vazgeçmek ve faaliyetlerin merkezine bir ağaç, bir hayvan ya da bir madenî unsuru yerleştirmek demektir. Açıktır ki böyle bir eğitim, amacına ulaşamayacağı gibi onun için harcanan sermayeyi de yok edecektir ve maddî, mânevî tüm kaynakları yok etmek dışında herhangi bir sonucu olamayacaktır. Bu yüzden insan hayatındaki evrelerin ve her evrenin getirdiği fiziksel ve ruhsal özelliklerin bilinmesi, eğitim faaliyetlerinin en önemli ve mühim önceliklerindedir. Bu konuya gerekli önemi vermeyen veya tam olarak algılayamayan eğitmen ve eğitim kurumları muhakkak yenilgiyi tadacaklardır.

Gençliğin özelliklerinden bahsederken, bu dönemde ruhsal bunalımların yaşanabileceğinden söz etmiştik ve bu bunalımlar gençlik döneminin bir getirisi olup kendini inatlaşma, kin gütme, çabuk incinme, huysuzluk ve fazlaca hassaslaşma gibi belirtilerle göstermektedir. Bu durum doğal ve tabiî olduğu gibi ebeveynlerin (ana-babaların) davranışları ile şiddet kazanıp, hafif geçişlerle de atlatılabilir. Eğer bu fırtınalı dönem, doğru ve pozitif davranışlar ile desteklenirse buhran sonrası evre çok verimli bir dönem olabilir; aksi hâlde bu dönem gencin ailesinin ve içinde bulunduğu toplumun oldukça çok ve çeşitli problemler yaşayacağı anlamına gelmektedir. Bu önemli konunun farkında olmak, gençlerin eğitiminde başka bir kaidenin bulunmasında etken olmuştur ve o da hiç şüphesiz sevgi, mahabbet ve şefkate dayalı bir eğitimdir. Bu kaide şöyle özetlenebilir; gençlerin eğitimindeki her aşamada alınacak olan tedbirlerle sevgi ve anlayış paralel olmalıdır. Bu kaidede küskünlük ve öfkeye yer verilmemelidir. Bir başka deyişle, gencin ruhî bunalımını arttıracak ve onu daha da derinleştirecek her türlü faaliyet ve davranıştan uzak durulmalıdır. Genç, ailesini ve aynı zamanda eğitmenlerini mahabbet ve şefkat dolu güvenli bir sığınak, liman gibi görmelidir. Hâl böyle olunca da, onlar ile birlikteyken içinde bulunduğu karışık ve perişan ruh hâlini dizginleyip, huzur bulabilir. Din eğitimi verilirken de Allah’ın sevgi ve şefkat dolu sıfatlarından bahsedilmeli ve Masumlar’ın (a.s.) aşk ve mahabbetlerini resmetmeliyiz. Bu önemli konu, gençlerin güven, huzur gibi temel gereksinimlerini karşılamaktadır. 

Açıktır ki, böylesine sevgi ve huzur dolu bir dayanağı bulmak, genç için problem ve baskı içeren bu zorlu dönemde umut ve güven sağlayacaktır. Aslında güven sağlamak, her eğitim programının temel faaliyeti ve amacıdır ve güven sağlanmadıkça eğitim alan kişi, eğitime can ü gönülden meyilli olmayacaktır. Bu da ancak mahabbet ve iyi niyet ile gerçekleşecektir. Bu iki önemli konunun vücuda gelmesi, sadece gençlik dönemi eğitimi ile kısıtlı değildir. Fakat bu çağın özelliklerinden dolayı bu dönemde daha çok önem kazanır. 

Alman bir eğitimci olan Wolfgang Brezinka, “Günümüz Dünyasında Eğitim ve Öğretimin Rolü” adlı kitabında, gençlere karşı uygulanan özel eğitim modellerinin günümüzde başarısız olması hakkında şöyle yazmıştır: 

“Gençlere bu yaşlarda ulaşmak çok zordur, sadece eğitim konusundaki görevleri dolayısıyla gençler ile ilgilenen az sayıda insan vardır. Ama tüm bunlardan ziyade anne ve babada, eğitmenler ve din adamlarındaki tedbir eksikliği, terazinin bu tarafındaki kefesinde daha ağır basıyor. Nadiren gençlerle kolaylıkla ve normal bir insanmışçasına konuşabilen kişilere rastlarız. Genellikle her iki taraf, birbirlerine karşı şiddetli bir şekilde yabancılık çekerler, güven sağlayamaz ve samimiyetsizdir. Çünkü karşı taraf, dayanak teşkil edebilen hiçbir imtiyaz ve özellik gösteremez”

Morris Debs ise bu konuda şöyle yazmıştır: 

“Öncelikle gençlere bu isyan dolu yılları atlatmalarına yardımcı olmak ve bu dönemlerin tehlikeli deneyimlere sahne olmasına izin vermemek gerekir. Böyle bir amaç, gençlere sevgi ve şefkat ile yaklaşmakla mümkün olacaktır. Ergen ve gençler, onların problemlerini anlayan eğitmenlere ihtiyaç duyarlar. Gerekli durumlarda onları eleştirecek ama aynı zamanda da zor durumlarında yanlarında bulunacak kişilere ihtiyaç duyarlar.”

Aşağıdaki rivayetlere bakıldığında Masumlar’ın (a.s.), gençlerin Allah sevgisine dikkatlerini nasıl çektiklerini görebiliriz:

İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) buyurur ki: 

“Gençliğimde çok ibadetle meşgul olduğumda babam bana şöyle buyurdu; Evladım! Kendine daha az zahmet ver. Çünkü Allah, birisini sevdiğinde onun azına da razı olur.”

Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: 

“Sizleri yaşlılara karşı iyilik yapmaya ve gençlere karşı mahabbet ve sevgi ile yaklaşmaya çağırıyorum.”

Allah’ın Resulü (s.a.a.) bir başka yerde de şöyle buyurur: 

“Allah nezdinde en iyi kul, kendi gençlik ve güzelliğini Allah yoluna ve O’na itaat etmeye adayandır. O, öyle bir birisidir ki, Allah onunla, meleklerine karşı iftihar eder ve der ki; Bu benim gerçek kulumdur.”

Dinî metinler incelendiğinde, Din Önderleri’nin (Masum İmamlar’ın) gençlerin eğitimiyle yakından ilgilendikleri anlaşılmakta ve gençler karşısında bizzat kendilerinin bu konuları uyguladıkları ve bizlere de uygulama emrini verdikleri görülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.a.) şöyle buyurur:

“Sizi yaşlılara karşı iyilik yapmaya ve gençlere de şefkatle yaklaşmaya çağırıyorum.”

İslâm Dini Önderleri’nin (İmamlar’ın) kendi çocukları ile olan diyaloglarında sevgi ve şefkat içeren sözcükleri duymak çokça mümkündür. Aynı zamanda Allah sevgisini de olabildiğince gençlere aktarmak için çabalamışlardır.

Aynı metinlere dikkatlice bakıldığında görülen şey, Dinî Önderler’in Allah sevgisini üç şekilde gençlere aktarmış olmasıdır:

  1. Allah’ın Tüm Gençlere Mahabbet ve Şefkati: Allah, bütün gençlere saygı ile yaklaşmakta ve gençler onun için son derece değerlidirler. İşte bu yüzden gençlik çağının sonuna değin onların hatalarını görmemesi devam etmektedir.
  2. Allah’ın İbadet Eden Gençlere Olan Sevgisi: Yüce Allah, gençliğini ibadete ayıran gençleri sever ve hatta onları meleklerin ötesinde tutup, melaikenin önünde onlarla iftihar eder.  Bunun kendisi bir tür şartlı sevgidir.
  3. Allah’ın Günahkâr Olan Gençlere Karşı Sevgisi: Üçüncü sevgi türü Allah’ın günah işlemiş, günah ve ayıbından pişman olmuş, ardından tövbe ederek O’na sığınmış gençlere olan sevgidir. Açıktır ki, Allah’ın sevgi ve mahabbeti bu kullarını da kapsayacaktır. Önemli olan, gençlere Allah’ın onları sevdiğini ve tövbe edip, geri adım atmalarını anlatabilmektir.

6-7. İşbirliği ve Sorumluluk Vermek

Gençlik dönemi özelliklerinden bahsederken fiziksel güç, dayanıklılık ve bağımsızlık arayışlarından bahsettik. Bu özelliklerden dolayı gençlik çağındaki eğitim, çocukluk döneminden farklı olarak değişik usullere dayandırılmakta ve özel kaide ve esasları bu dönemde hâkim kılmaktadır. Bu usullerden birisi de gençlerle işbirliği ve onlara sorumluluk vermektir. Bu dönemde gençliğin enerji, çaba ve tazeliğinden işlerin yürütülmesi için faydalanmak ve kişiyi ileride alacağı sorumluluk doğrultusunda hayatın gerçek faaliyetleriyle âşina kılmak gerekmektedir. Bu usulleri yerine getirmek, gençlik enerjisi ve fiziksel güç dışında kişinin ruhsal ve psikolojik durumuna da bağlıdır. Kendini üstün göstermek, yeteneklerini sergilemek, çokbilmişlik, kazanma hırsı ve ilgi görmek onların hâlet-i ruhiyelerinin birer göstergesidir. Gençlik çağında olanların bu gereksinimlerini göz ardı etmek, ister istemez ters tepecek ve karşımıza istenmeyen davranışlar olarak çıkacaktır. 

Öte yandan, ergen ve gençlere sorumluluk vermek, onu sorgusuz sualsiz hayat faaliyetlerinin içine atmak anlamına gelmez. Eğer gence bu şekilde iş buyurulursa, yapacağı işlerde göstermesi gereken özen ve dikkati gösteremeyecektir. Böyle bir durumda da gencin fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarına cevap verilmiş, fakat onu yönlendirmek adına bir şey yapılmamış olacaktır. Bu yüzden bu işbirliği “Sorumluluk” esasına dayandırılmalıdır. Sorumluluktan maksat, gencin yaptıkları değerlendirilmeli ve bunun doğrultusunda bu işler sorgulanmalıdır. Ama bu da sürekli olarak her şeylerini sorgulamak anlamına gelmemelidir. Kişinin faaliyetleri programlı, düzenli ve ölçülü olarak gerçekleşmeli ve bu şekilde amacına ulaşabilmelidir. Sonuç olarak da genç, düzen ve kaidelere uymayı, yarınlara daha iyimser bakmayı, programlar yaparak, kendi faaliyetlerini ölçmeyi öğrenmelidir. Rivayetlerde bu konuda gençlik genellikle bakanlığa benzetilmektedir. Bakanlık, kişinin, işlerinin yürütülmesini içerirken aynı zamanda usul ve kaidelere uyması ve de üstlerine karşı sorumlu olduğu bir hâldir. 

  1. Olumsuz Davranış, Duygu ve Bakış Açısının Düzeltilmesine Dair Usuller

Buraya kadar bahsettiklerimiz, ergen ve gençleri olumlu ve doğru davranışlara sevk edip özendirmek için kullanılan ve uygulanması gereken metodar idi. Başka bir tabirle, buraya kadar bahsedilen usul ve kaideler hataya düşmemiş ergen ve gençler içindi. Elbette bu usullerin diğer gençlerin eğitiminde işe yaramayacağı mânasına gelmemektedir. Zira tüm bu usul ve kaideler, kişinin gelişim evreleri, ruhsal ve toplumsal özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bu açıdan hatalı ve hatasız, suçlu ya da suçsuz genç arasında bir fark yoktur. Fakat hatalı gencin eğitiminde bunların yanı sıra, kendilerini hatadan uzaklaştıracak ve doğruya yönlendirecek usullere de dikkat etmek gerekmektedir. Şimdi burada dinî metinlerin içerisinden seçilmiş en önemli usullere değineceğiz.

Eğitimdeki ikinci usul ve kaideler, ergen ve gençleri yanlış ve olumsuz düşünce, davranış ve duygulardan uzaklaştırmak, onları bir nevi yatıştırmak için kullanılanlardır. Eğitimin önemli boyutlarından birisi, eğitim sistemi tarafından kabul edilmeyen, negatif bakış açısı, duygu ve davranıştan genci koruyan veya vuku bulduysa düzeltilmesine katkı sağlayan usullerden müteşekkildir. Davranışların düzeltilmesi üç boyutta incelenir. Eğitim bilimleri, psikoloji ve adli bilimler. Bu üç boyut arasındaki farklılığa dikkat etmemek, konularda dağılmaya ve olumsuz bakış açıları ve fikirlere yol açacaktır. Bu araştırmada mevzubahis edilenler İslâmî açıdan terbiyeyi ele almaktadır. 

Konuya girmeden önce gençlik çağında oluşabilecek olumsuz davranış ve fikirleri, aynı zamanda bunların nedenlerinden de kısaca bahsetmek oldukça önemlidir. 

İslâm dinine göre hiçbir fert suçlu ve günahkâr doğmaz. Tam aksine her doğanın ruhu pak ve temizdir. Hz. Muhammed (s.a.a.) şöyle buyurur: 

“Her yavru İlâhî fıtrat ile doğar. Ta ki anne ve babası onu, Hristiyanlık, Musevilik ve Zerdüştlük ile tanıştırana kadar.” 

Bu özlü sözden anlaşılan, yoldan çıkmışlık ve suçun, genetik ve irsî değildir, daha sonra kazanıla bilirliğidir. Bu yüzden insanın sorgulanması mantıklı ve yerindedir. Eğer insan suçlu doğsaydı, onu sorgu ve sual muhatap kılmak yersiz ve imkânsız olacaktı. Çünkü o, zaten suçlu doğmuş ve bu negatif davranışlar üzerinde bir iradeye sahip değildir. 

Suç ve olumsuzluğun kazanılabilir oluşu, insanın fiziksel ve ruhsal durumunun, bu konuda hiçbir etkisi olmadığı anlamına gelmemektedir. Dinî metinleri incelediğimizde, bazı sapmaların köklerinin, insanın fiziki ve ruhî durumunda saklı olduğunu görüyoruz. Bu durum bazı dönemlerde daha da belirgin olmaktadır. Gençliğe geçiş evresi ve gençliğin ilk yılları, insan ruhu ve bedeninin ahlâkî, dinî ve toplumsal kuralları çiğnemeye en müsait olduğu zamandır. 

Bu arada aile ve toplum, gencin terbiyesi ve yönlendirmesinde ya da tam tersi isyana sürüklenmesinde oldukça önemli bir paya sahiptir. Toplumdaki her birey ve sorumluların, gençlerin olumsuz davranışları karşısındaki doğru tutum ve davranışları, onların bu tür davranışlardan uzaklaşmasına ve doğruya yönelmelerine sebep olacaktır.

Gençlik çağındaki hatalar, yanlışlar, suça eğilimler karşısında yapılacak şey, öncelikle: bu hata ve yanlışların derecelendirilmesi gerekmekte, ikinci olarak da: bu hataların nedenlerini bulup, onlara yönelik gereken önlemleri almak ve en uygun programı yapmak icap etmektedir. Buna dayanarak gençlikteki hata ve suçları, içerik ve şiddetlerine göre ayırabiliriz.

Bazı olumsuz davranışların nedeni, gençlik döneminin verdiği coşku ve heyecan olabilmektedir. Başka bir deyişle gençlerin davranışlarının bir bölümü, dinî ve hukukî yasalara aykırı olmasa da ebeveynleri (ana-babaları) tarafından hiç de hoş karşılanmamaktadır. Bazı davranışlar, yanlış ve toplumsal ahlâk ve kurallara aykırı olsa da dayanılamayacak kadar şiddetli değildir yani kişi, toplumun ve dinin önem verdiği, olmazsa olmaz dediği kurallarını çiğnemiş sayılmaz. Aynı zamanda bu tür davranışlar, kısa bir dönem için geçerli ve devamlılık arz etmeyen davranışlardır. Aslında bu, eğitimciler ve ailenin doğru yönlendirmeleriyle aşılabilecek bir durumdur. Ama bazen de gençlerin yanlış davranışları, çok önemli toplumsal ve dinî kuralları ihlal etmektedir. Zaten bunun için bu negatif davranışlara bir takım cezalar bile tayin edilmiştir. Sonuç olarak şunu bilmeliyiz ki, ergen ve gençlerin bu hata ve yanlışları büyük bir sahaya dağılmaktadır: suçun derecesi, şiddeti ve bunun ne kadar ileri gittiği konuları gibi. Suçun derecesi, süresi ve şiddeti onu diğer davranışlardan ayıracaktır. Bu yüzden her hataya ve yanlışa karşı farklı tavır sergilemek gerekmektedir.

Dinî açıdan bu yanlış davranış ve sapmaların sınıflandırılması, bunlara karşı nasıl davranılması gerektiği, günümüz toplumlarında farklı olabilir. Örneğin, Peygamber Efendimizin (s.a.a.), gençlerin anne ve babalarına karşı saygısız ve olumsuz davranışlarda bulunmalarına tahammül edemez ve bunu aynı kişinin bir başına iken işlediği suçlardan daha fazla önemserdi. Bu iki davranış şeklinden bir kaide çıkarılabilmesi tartışmaya açıktır ama burada bunu incelemeye gerek görülmemektedir. Ayrıca gençlik dönemine ait hataların değerlendirilmesinde, nedenlerin araştırılması da çok faydalı olacaktır. Bazı negatif davranışların nedeni, ebeveynlerin (anne ve babaların) olumsuz davranış ve tutumlarında saklıdır. Aslında bu tip hatalar, bu olumsuz davranışlara karşı birer tepki ve cevaptır. Çünkü bazı hatalar, mantıklı ve haklı bir takım ihtiyaçların karşılanmaması sonucu ortaya çıkmaktadır. Tabiî ki bu iki etken dışında başka faktörler de bu davranışlarda etkin bir role sahiptir. Örneğin olumsuz fiziki ve kültürel koşullar, ekonomik yetersizlik, sosyal sınıflar, tahripkâr siyasî ve kültürel akımlar vb. gibi. 

Şimdi de bu olumsuz davranışların önünü alabilecek usul ve kaidelerden bahsedeceğiz.

  1. Haklı ve Mantıklı İhtiyaçların Karşılanması

Bazı hata ve olumsuzluklar ergen ve gençlerin fizikî ve ruhsal ihtiyaçlarının karşılanmaması sonucunda oluşmaktadırlar. Örneğin ergenlik evresinin son demleri ve gençlik çağının ilk yıllarında çokça müşahede edilen, uygunsuz cinsel yaklaşımlar, karşı cinse laf atmak vb. gibi eylemler. Bu gibi davranışların nedenleri ruhsal ve cinsel gelişimin bu dönemde hızlı olarak yaşanmasına bağlıdır. Bu dönemdeki cinsel dürtüler ve enerji öylesine fazladır ki, kişiyi kendi ve başkalarının cinsel varlıklarının farkına varmasının dışında cinsel konularda araştırmaya sevk etmekte ve bununla kendini uzun dönemler meşgul etmektedir. Bu durum, ailenin şiddetli ve baskıcı tavırlarına maruz kalırsa daha da alevlenecektir, bunun sonucunda da genç, şüphelerinin ve sorularının yanıtlarını müşfik aile üyelerinde değil, dışarıdan olan kişilerde arayacaktır. Burada önemli olan ve dinî metinlerde de geçen cinsel ihtiyaçların mantıklı ve şer’î kurallara uygun karşılanmasıdır. Bu ise ailelere hâkim olan yanlış ve tutucu tavırlar neticesinde gençler için zor ve imkânsızlaşmaktadır.

İslâm dini, bu konuda en iyi çözüm yolunu evlenmek olarak görmekte ve buna uygun kültürel şartları da sunmaktadır. Gençlerin evlenmeye teşvik edilmesi Masum İmamlar’ın (a.s.)  rivayetlerinde çokça görülmektedir. Bu da evlenmenin gençlikteki cinsel buhranın giderilmesinde etkisini göstermektedir. Hz. Muhammed (s.a.a.) gençlere bulunduğu çok değerli bir tavsiyesinde şöyle buyurmaktadır: 

“Ey Gençler! Sizlerden evlenme durumu olanlar mutlaka evlensin ki, günah ve şehvete göz kapamada en iyi yol budur.” 

Peygamber Efendimizin (s.a.a.) bu sözüne dikkat edildiğinde, rivayette yer alan kelimelerinin kullanılış şeklinin bu yöntemin diğer yollara karşı daha üstün olduğunu göstermektedir. Elbette ki, cinsel sapmalar ile savaş, yalnızca bu iki yolla sınırlı değildir. Fakat önemli olan bu yolun diğer yollara karşı üstünlüğüdür. Örneğin oruç tutmak, spor yapmak, iş, güç ile meşgul olmak da cinsel dürtüyü söndürmeye yönelik eylemlerdendir.

Peygamberimizden (s.a.a.) nakledilen bir diğer hadiste ise cinsel ihtiyaçların şer’î ve mantıkî bir yaklaşım ile karşılanmasının kişinin dindarlığını korumak ve dinde sapmalar yaşamasını önlemek için olduğundan bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur: 

“Gençliğinin başında evlenen genç kimse için şeytan şöyle feryat eder: Eyvahlar olsun bana, eyvahlar olsun bana! Dininin üçte ikisini benden korudu. O hâlde kul dinin diğer üçte birisi için de Allah’tan korkmalıdır.”

Evliliğin dinin üçte ikisini koruduğunu bilmek. evliliğin cinsel sapmalara karşı rolünü açıklamada yardımcı olacaktır. Evlilik ve takvanın karşılaştırılmasında evliliğin buradaki olağanüstü olan üstünlüğünü göstermektedir. Başka bir hadiste Allah’ın Resulü (s.a.a.) evliliği tek başına cinsel hataları önlemek için yeterli görüp şöyle buyurmuştur: 

““Gençlik döneminde evlenen her genç için Şeytan, şöyle çığlık atar: “Eyvahlar olsun! Dinini benden korudu”.”

Buna göre evliliğin İslâm kaynaklarında bahsedilen en az etkisi, dinin yarısını korumasıdır. Rivayetler bu problemleri önlemek için çok önemli kaide ve yolları bizlere göstermektedirler. Bu da hiç şüphesiz cinsel dürtü ve ihtiyaçların karşılanmasıdır. Açıktır ki, bu önemli kaideyi göz ardı etmek, gençlerin yoldan çıkmasına ve toplumsal çöküntünün yaşanmasına sebep olması demektir. Ehl-i Beyt İmamları’nın sekizincisi olan İmam Rıza’dan (a.s.) nakledilen bir rivayet şöyledir: 

““Cebrail, Peygamberimize (s.a.a.) şöyle dedi: Ey Muhammed! Rabbimiz sana selam söyleyip şunu buyuruyor: ”Bayanlar ağaçtaki meyveye benzerler, meyve olgunlaşınca toplamak dışında başka bir yol yoktur, yoksa fazla güneş görmekten çürürler. Kadınlarda cinsî buluğa erişince evlilik dışında bir çare yoktur; aksi hâlde yoldan sapmaktan kendilerini koruyamazlar”. Peygamberimiz (s.a.a.) bunun üzerine minbere çıkmış ve Rabbimizin buyruğunu insanlara aktarmıştır.” 

Din Önderleri’nin (Masum İmamlar’ın) evliliği zorlaştıracak isteklerin azaltılması ve gençlerin evliliğinin önünde engel teşkil edecek koşulların kaldırılmasının, bu kaidenin gerçekleşmesine yönelik olduğunu aktarmışlardır. Gerçi günümüz toplumunda buluğ çağında evlilik bazı ekonomik, eğitim vs. konular açısından problemler yaratabilir, fakat bu evliliği geciktirmeye neden olmamalıdır. Zira evliliğin gecikmesi de kültürel ve ahlâkî sorunlara yol açacaktır.

Gençlerin mantıklı istek ve ihtiyaçlarının karşılanmasına bir diğer örnek de uygun iş imkânlarının sunulmasıdır. Bu dönemde genç fiziksel güce sahip olduğu için çalışmaktan çekinmeyecektir. Özellikle de onun isteğine uygun bir iş ise, bu kişinin kimliğini bulmasında ve birey olarak bağımsızlığına kavuşmasında etkin bir rol oynayacaktır. Tabiî ki böyle bir imkân da yaratılmazsa kişinin hataya düşmesine sebep olabilir. Gençlik evresindeki fazlaca boş zaman ve işsizlik, gençlerin yanlışa sürüklenmesinde önemli bir etkendir.

Gençlerin en önemli ihtiyaçlarından birisi de sıcak ve samimi ilişkiler, mantıklı olarak kabul görülmeleridir. Ruhsal ihtiyaçların karşılanması ve etkili duygusal ilişkilerin karşılıklı kurulması, gençlere özellikle de gençliğin zor dönemlerinde (bu dönemden geçmek tek başına bile kişinin stres ve depresyon içerisinde bocalamasına neden olmaktadır) yardımcı olacaktır. Elbette, bu ilişkiler şer’î sınırları da aşmamalıdır. Gençler ile kurulan bu duygusal diyalog, onları sorumluluk sahibi bireylere, kişiliklerinin oturmasına, bireysel özgürlüklerine yönlendirmesine ve kişiyi gereksiz bağlılık ve boşluğa itmemelidir. Tabiî ki bu önemli konunun gerçekleşmesi gençlik döneminin ve özelliklerinin algılanmasına bağlıdır. Rivayetlerde bahsedilen gençler ile kardeşlik ve mahabbet aynı şekilde yorumlanabilir.

Gençlik çağındaki güzellik algı ve arayışına dikkat etmek de, bizi bir diğer mantıklı ve meşru ihtiyacın karşılanmasına yönlendirecektir. Eğer bu hususa doğru şekilde yaklaşılmazsa ebeveyn (anne ve baba) ve büyüklerin çatışmasına ve istenmeyen şüphelerin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Açıktır ki böyle bir ortamdan da, iyi ve doğru davranışların doğması beklenemez. Elbette gençlerin giyim ve kuşam tarzı, imajları vs. büyüklerin zevk ve beğenileri ile farklıdır. Büyüklerin gençler üzerine baskı kurarak kendi istek ve beğenilerini onlara kabul ettirmeye çalışmaları, kişilerin kişiliklerini yok saymakta ve onların kişiliklerine karşı açık bir saldırı anlamı gelmektedir. Örneğin büyükler, ergen ve gençlerin saç modellerini genel itibarı ile beğenmezler. Onlara göre en doğrusu kısa, hatta tamamen saçın kesilmesidir. Fakat bu onların isteğidir, gencin değil. Kişinin ihtiyaç ve isteğine saygı duymak gerekmektedir. İmam Cafer-i Sâdık bu konuda şöyle buyurur: 

“Genç için saçı tamamen kesmek; işkence, yaşlı için ise kişiliğin ve büyüklüğün göstergesidir.” 

İmam Sâdık’ın (a.s.) saç kesimi hakkındaki bu güzel sözü, bizim gençlerin isteklerine saygı duymamız gerektiğini göstermektedir. Ama elbette gençlerin isteklerine saygı duymak millî, ahlâkî ve toplumsal kuralları hiçe saymak anlamına da gelmez. Aslında gençlere şunu öğretmek gerekir, bazı giyim tarzları ve saç modelleri, yabancılara özgüdür ve bunların kabulü birçok çirkin davranışın kabulüne yol açacaktır. Emîru’l-Mü’minîn Hz. Ali’nin (a.s.) buyurduğu gibi;

“Çok az kişi vardır ki, kendini başka bir gruplara benzetip, onlardan olmasın.”

Dolayısıyla sosyal ve kültürel kavramları üretenlerin görevi, doğru politikalar ve çözüm yolları üreterek gençlerin ihtiyaçlarının karşılanması ve onları İslâmî ve toplumsal değerlere uymayan model ve akımlardan uzak tutmalıdır. Bu konuda bazı gençlerin Batılı modellere özenmelerinin sebebi, din adına sanki İslâmîymiş gibi ergen ve gencin isteklerine karşı yapılan davranışların olduğunu önemle vurgulamak gerekiyor. Dolayısıyla İslâm toplumuna ve gençlerin ihtiyaçlarına uygun giyim ve güzellik ürünlerinin tasarlanıp, üretilmesi ve gençler arasında yaygınlaştırılması, gençlerin Batılı modellere özentilerine engel olacaktır. Daha önce de değindiğimiz gibi Hz. Ali (a.s.), güzel olan elbiseyi genç kölesi Kanber’e, sade ve sıradan olanını da kendine almış, bunun nedenini sorduğunda ise, “Sen gençsin ve senin gençlik ihtiyaçların var” diye buyurmuştur.

  1. Az ve Öz Sınırlama ile Kontrol ve Hidayet Etmek 

Gençleri kontrol edip, yönlendirmek ve onları sapmalardan koruyup kollamak da toplum hayatının içerisinde gerçekleşmeli ve hayatın gerçeklerinden kopuk şekilde olmamalıdır. Gerçi bu konu, yalnızca gençlerin hâl ve davranışlarının düzeltilip, kontrol altına alınması için geçerli bir ilke değil, belki de herkesi ilgilendiren İslâm’ın genel bir öğretisidir. İslâm âlimleri bunu İslâmî metinlerden “Takva” adı altında bizlere sunmuşlardır. İslâm dininin asıl isteği olan ve bir kaide olarak üzerinde durulan konu, kişinin toplum içerisindeyken kendini günah ve tasvip edilmeyen işlerden korumasıdır. İzole edilmiş bir hayat yaşayıp, tahrik unsurlarından uzak kalarak bu tür günahlardan beri kalmak elbette mümkündür, fakat bu yöntemin etkisi kısa sürelidir. Tekrar tahrik edici unsurlar ile karşılaşınca ya da belli bir zaman geçtikten sonra, tekrar içgüdüler harekete geçer ve yine aynı sahneler yaşanmaya başlar.

İslâm öğretilerinden birisi olan “Hicret” konusu da hiçbir zaman tek başına yapılan ve yalnız bir hayat anlamına gelen bir eylem olmamıştır. Hicret, yoldan çıkmış, ahlâkî değerlerini yitirmiş ve kişiyi günaha sürükleyecek birçok faktörü içeren toplumlardan ayrılıp, insanın kemale ulaşmasını sağlayabilecek, gelişmesine ön ayak olabilecek yeni bir ortama girmek anlamındadır. Elbette yine de ayrılmak ve izole etmek son çare olduğunda hayatta tatbik edilebilir, ama bu yalnızca özel ve nadir durumlarda kullanılmalıdır. Öyleyse, gençlerin gelişim ve terbiyelerinde çokça engel ve sınırlamalar kullanılmamalıdır. Belki az ve öz sınırlamalardan istifade edilmelidir. Çünkü sınırlama, gençlik gibi kendine has, özel bir evrede istenilenin tam aksine, bir tahrik unsuru olup karşımıza çıkabilir. Allah’ın Resulü (s.a.a.) şöyle buyururdu: 

“İnsanoğlu engellendiği şeye karşı daha hevesli olur.”

Din Önderleri’nin (Masum İmamlar’ın) davranış ve buyrukları incelendiğinde onların da, kontrol ve yönlendirmenin toplum içerisinde olmasını istedikleri görülmektedir. Zaten kendileri de bunu hayatları içerisinde tatbik etmişlerdir. Bir rivayete göre Fazıl b. Abbas, Arefe gününde Allah’ın Resulü’nün (s.a.a.) yanında dururken, etrafta olan kadınlara bakıyordu. Peygamber Efendimiz birkaç kez eli ile onun başını çevirdi; fakat o, yine bu işe devam etti. Fahr-i Kâinat şöyle buyurdu: 

“Ey kardeşimin oğlu! Bugün öyle bir gündür ki; herkes gözüne, kulağına ve diline hâkim olursa günahları bağışlanır.”

  1. Kendini Kontrol Etmek ve İç Denetime Özendirmek

İslâmî dünya görüşünde insan, “irade” ve “seçme hakkına sahip” bir varlıktır. İnsan iradesinin kişilik ve davranışlarındaki etkisi öyle büyüktür ki, dış etkenler her ne kadar etkili olsa da, iradesini güçlendirmesi sayesinde bu gibi faktörlerin olumsuz etkilerini azaltabilir ve hatta onları bertaraf edebilir. Ama bu güçlü irade, kişinin kendisinde şekillenmediği sürece her zaman olumsuz dış etkenlerden etkilenme tehlikesi mevcuttur. Bu etkenler, insanın iç dünyasının da yatkın olmasıyla birlikte, gelişim ve kemale ulaşmasında yıkıcı sonuçlara sebep olabilirler. Ebeveyn (anne ve baba) ve eğitimcilerin bu yöndeki denetimleri, yani dış denetim olarak adlandırılan kontrol, kişiyi belli ölçüde hatalardan uzak tutabilse de kişideki ruhsal faktörler, şekillenip güçlü iradeye sahip olmadığı sürece, bu denetim ile çok fazla yol kat edilememektedir.

Âdemoğlunun doğasındaki bu önemli konuyu bilmek, bizi eğitim ve terbiyede kullanılacak oldukça mühim bir kaideye götürmektedir. Bu kaideye göre programlar ve tedbirler alınırken kişi odaklı olanları tercih edilmelidir. Bu gibi tedbirler, kişinin olgunlaşmasına engel olabilecek yıkıcı faktörler ile rahatça yüzleşmesini sağlayacaktır. Bu konu, işin içerisinde gençler olduğunda daha da önem kazanmaktadır. Zira gençlik dönemi, iradeyi güçlendirme ve olgunlaştırmak için en iyi zamandır. Bunun yanı sıra bu konu, kişisel sorumluluk alınmasında ve bunun sonucunda toplumsal sorumluluğa ulaşılmasında da etkili olacaktır. İradenin güçlendirilmesi, özellikle de kazanılan başarılardan sonra yeteneklerin geliştirilmesi ve tevazu vb. meseleler bu konuyla bağlantılı diğer neticelerdir. Bu da konunun dış denetime kıyasla üstün olduğunu bizlere gösteriyor. Dinî öğretilerin, nasihat ve ikaz gibi konularda yoğunlaşmasının sırrı da bu olsa gerek. Çünkü bu gibi yollar, kişinin kendi kaderi üzerindeki etkisini ve kendisini günahlardan alıkoymasını içeriyor. “Tevbe”(tövbe), günahtan uzaklaşmak ve nefsine hâkim olmaya en iyi örnektir. Çünkü tevbe’nin gerçek anlamı, günahtan el çekip bir daha ona yaklaşmamaktır. Bu oldukça mühimdir ve özellikle gençler için daha da önemlidir. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: 

“Tevbe iyidir. Ama gençlerden olan daha da iyidir.” 

Peygamber Efendimizin (s.a.a.) diğer bir hadisinde ise; 

“Rabbimiz nezdinde en aziz kişi, tövbe eden gençtir ve hiçbir şeyin azizliği onun kadar olamaz” buyrulmuştur. 

Gençlerde nefse hâkim olup iradeyi güçlendirme konusunda bazı noktalara dikkat etmek gerekir. İslâm kaynaklarında nefse hâkim olabilme adına birçok yollar öğretilmektedir. Bunlardan birisi de oruç tutmaktır. Oruç tutmak, dürtülerin özellikle de cinsel dürtülerin dizginlenmesinde oldukça önemlidir ve bu eylem kalbin cilalanmasına da neden olmaktadır. Bu yüzden Masumlar’ın (a.s.) gençlere tavsiyesi, “eğer evlenemiyorsanız oruç tutun” olmuştur. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur;

“Ey gençler! Evliliği anlayın; evlenemiyorsanız da oruç tutun. Zira oruç, şehvetin kökünü kurutur.”

Kendini kontrol edebilme ve günahtan alıkoyma becerisi, Allah’ın insana vermiş olduğu nefsin değerini anlamakta oldukça faydalıdır. İslâmî rivayetlerde, “Nefsin yüceliği” ve “Günahla mücadele” arasında çok anlamlı bir bağ kurulmuştur. Örneğin İmam Ali (a.s.) şöyle buyurur: 

“Nefsinin kerim olduğunun farkında olan insan, nefsin isteklerini oldukça değersiz görür.” 

“Nefsi korumak” ile Allah’ın bahşetmiş olduğu emanetler olarak İlâhî nimetler arasındaki ilişkinin anlaşılması, insanın yaratılıştan gelen değerlerinin farkına varılmasına sebep olacaktır. Örneğin; eğer “Gençlik çağını” sebepsiz ve beyhude bir nimet olarak telakki edersek, onu koruyup zayi olmaması için hiçbir gayretimiz olmaz ve böyle olunca da onu çarçabuk yitiririz. Cinsel dürtüler de aynı şekildedir. Onlar Allah’ın bizlere verdiği bir nimetidir. Onu doğru zaman ve doğru şekilde kullanmak icap eder. Yoksa, insan vücudunu esir alıp, onun yönlendirmesine ve ahlâkî kurallara ters düşen aykırı yollara sapmamıza neden olur.

“Genç egemenliği” ve “Çocuk egemenliği” terimleri bugünün modern dünyasında savunulan ve gençlik çağında nefsini korumaya yardımcı olan unsurların karşısında duran iki terimdir. Gençlerin her türlü istek ve arzularına tam itaati gerektiren bu bakış açısı, sorgusuz sualsiz onların tatmin edilmesi yönündedir. Hiçbir ahlâkî ve toplumsal sınırlama ve kurala bağlı olmayan böyle bir genç, nasıl olur da kendisini günah ve ahlâkî çöküntüden koruyabilir? Rivayetler bu konuyu şu şekilde değerlendirmektedir; Ayyaşî tefsirinde Ebu Basir’den nakledildiğine göre İmam Cafer-i Sâdık (a.s.);

“Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” Ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: 

“Burada ebeveynin (anna ve babanın), evlatlarına olan aşırı sevgisi yüzünden evlatlarına kıyamayıp, ona uyup küfre düşmelerinden korkulmuştur.”

Ehl-i Beyt İmamları’nın altıncısı olan İmam Sâdık’ın (a.s.) tefsirinin genel anlamı şöyledir, bazen evlatlara özellikle de gençlere duyulan şiddetli sevgi, onların her türlü arzu ve isteklerinin yerine getirilmesine ve önlerine hiçbir engel konulmamasına neden olmaktadır. Ama oldukça açıktır ki, onların her arzuladığı doğru ve yerinde şeyler değildir ve yanlış istekleri de olabilir. Dolayısıyla tüm isteklerin karşılanması onları küfür ve batıla götürebilir.

  1. İyiliği Emredip, Kötülükten Menetmek Kültürünün Özellikle Aile İçerisinde Yaygınlaştırılması

Görüldüğü gibi İslâm öğretilerinin gençlere karşı saygılı olma konusunda edindiği ilkenin yanı sıra onların hiçbir zaman başıboş bırakmamasını ve sınırsız özgürlüklerini tasvip etmemektedir. İslâm kaynaklarında göze çarpan önemli noktalardan birisi, toplumun belli bir kesimini oluşturan ergen ve gençlerin iyiliği emredip, kötülükten sakındırma ilkesi doğrultusunda yönlendirilmeleridir. Gençlerin hata ve yanlışlara düşmesi ile iyiliği emredip, kötülükten sakındırma arasında derin bir bağ vardır. Yani, toplumun kültür anlayışında bu kişilerin yanlış ve hatalı davranışları karşısında, doğruya yönlendirme ve kötülükten sakındırma adında iki önemli faktör yoksa bunun neticesi, gençlerin yıkımı ve isyana sürüklenmeleri olacaktır. İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) bir rivayetinde ceddi olan Allah’ın Resulü’nün (s.a.a.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: 

“Kadınlarınız ahlâksız ve gençleriniz yoldan çıktığı zaman sizin hâliniz nice olur? Siz hâlâ iyiliği emretmeyip, kötülükten sakındırmıyor musunuz?”

Yüce Allah Kur’ân’da, anne ve babaları açık bir dille çocuklarını ahiret hayatını yok eden kötülük ve çirkinlikten vazgeçirmek ve korumakla görevlendirilmiştir. 

“Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.” 

Günahlardan arınmış Masum Önderler (a.s.), bu tür çirkinliklerden uzak durmayı, iyiliği emredip, kötülükten sakındırma ilkesi olarak yorumlamışlardır. İmam Cafer-i Sâdık bir hadiste şöyle buyurur: 

“Bu ayet indiğinde Müslümanlardan birisi yere çökerek ağlamaya başladı ve şöyle diyordu: Henüz kendimi günahtan korumayı becerememişken, ailemi günahlardan korumaya görevlendirildim! O sırada peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Senin için onları, kendi yaptıklarına emretmek ve kendinden uzak tuttuklarından sakındırman yeterlidir.”

Bu yüzden İslâm dini, hiçbir zaman ebeveynlerin evlatlarının yanlışları karşısında susmalarını onaylamamıştır. Toplumsal hayatta her Müslüman’ın görevi, diğerlerini yanlış davranışlardan uzak tutup, uyarmaktır. Hatta rivayetlere göre bu konu İslâm’dan önce de öğretilen ve tüm tevhidi dinlerde mevcut olan bir ilkedir. İmam Cafer-i Sâdık’dan (a.s.) nakledilen bir rivayete göre; Ben-i İsrail’de yaşlı bir adam, hep Allah’a ibadetle meşguldür. Bir gün ibadeti esnasında iki genci ellerinde horozla görür. Gençler horozun tüylerini yoluyor ve (o hayvana eziyet ediyorlardı), ihtiyar bu sahne karşısında ibadetine devam edip, gençleri bu yanlış davranışları karşısında uyarmadı. Allah Teâlâ da yere hükmetti ve yer onu içine aldı ve sonsuza değin ihtiyar orada gömülü kaldı.

 İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) gençlerin çirkinlik ve hatalar karşısında uyarmak konusu ile ilgili bir diğer rivayeti de şöyledir;

“Yaşadığı toplum tarafından yaptığı hata ve çirkinlik yüzünden uyarılmayan gence karşı Allah’ın vereceği ilk ceza, o toplumun rızkını azaltmaktır.”

Din Önderleri’nin (Masum İmamlar’ın) daha önce de değinildiği gibi pratik hayata aktarmamız için buyurduğu nasihatlerden birisi, gençlere karşı saygının korunması ve bunun yanında yanlış davranışları karşısında da tepki gösterilmesidir. İbrahim b. Mahzem şöyle der: 

““Bir gün İmam Sâdık’ın (a.s.) yanından ayrılıp, eve doğru gidiyordum. O esnada annem de benimle birlikteydi ve annemle aramızda sözlü bir tartışma başladı. Ben onunla sert bir dille konuştum. Ertesi gün sabah namazından sonra Hazret’in (a.s.) yanına gittim ve her şeyden önce bana: ”Ey Eba Mahzem! Neden geçen akşam annene çıkıştın? Onun karnının senin için bir mesken, eteğinin bir sığınak ve sinesinin de seni doyurmak için süt dolu kaplar olduğunu bilmiyor musun?” diye sordu ve ben de, biliyorum dedim. O hâlde bir daha onunla sert konuşma dedi”.”

Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker “ olarak bilinen iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı çeşitli yollar ile uygulamak mümkündür ve o yollardan birisi de sözlü uyarıdır. Nasihat etmek veya ikazda bulunmak bunlardandır. Bazı ulama ve fakihler, bunun kapsamının tüm ekonomik, toplumsal ve kültürel faaliyetleri kapsayacak kadar geniş olduğunu ifade ederler. Hatta gençlik kamplarının düzenlenmesi, sportif ve kültürel kulüplerin kurulması, müsabakaların yapılması vs. hepsi iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak için birer örnektir. Bu kitap, konunun genişliği ve örneklerini ziyadeleşmesi açısından her noktaya değinmek için yeterli değildir. O yüzden aşağıda anlatılanlar bu mühim konunun içeriğinde değinilmesi gereken bazı konuları anlatmaktadır.

  1. İyiliği İsteyen Nasihatler

İyiliği isteyen nasihatler; iyiye yönlendirip, kötülükten alıkoymaya örnek olan bir mesele olduğu için, toplum üzerinde bir hayli olumlu sonuçları vardır. İşe yararlılığı öyle önemlidir ki; İslâm dini halkı, devlet adamları ve hükmedenlerine karşı nasihat etmekle de görevlendirmiştir. Anne ve babalarının evlatlarına, öğretmenlerin öğrencilerine ve tüm toplum bireylerinin birbirlerine karşı müşfik ve samimi nasihatleri, iyi niyetler içeren ikazları, iyiliklerin yayılmasına, kötülüklerin, İslâmî ve insani değerlerle uyuşmayan davranışların önünün alınmasına sebep olacaktır. Maalesef günümüzde Liberalist düşüncenin sözde insan özgürlüklerini savunması yüzünden bu önemli öğreti, kişilerin özel hayatına müdahale olarak görülüp, ona karşı çıkılmaktadır. Tabiî, bu konuda unutmamak gerekir ki, her söylenen söz iyi niyetli nasihat değildir. Bazen açıkça yapılmış bir ikaz iyi niyetli ve müşfik olmayabilir ve yerinde söylenmeyen bu söz, kişiyi doğruya yönlendirmek yerine, inat ve inkâra götürecektir.

Gençler, diğerlerine nazaran daha çok iyiliği isteyen nasihat ve samimi yönlendirmeye ihtiyaç duyarlar. Çünkü bu gelişim evresinde kişi, neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bilmeye oldukça ihtiyaç duyarlar. Bunun yanı sıra gençler, ruhî ve mantıkî gelişmeye yeteri kadar ulaşamadıkları için, bu kişilerin yanlış davranış ve hatalara yönelmesi oldukça kolaydır. Bu noktada ebeveynlerin, öğretmenlerin ve toplum büyüklerinin samimi ve içten nasihatleri bu boşluğu doldurmaya yardımcı olacaktır. 

Masum Önderler’in (a.s.) davranış ve sözleri de, onların bu yolu kullandıklarının bir göstergesidir. Daha önce de aktardığımız bir rivayete göre Peygamber Efendimiz (s.a.a.) Hac döneminde -rivayetin içeriğinden genç bir akrabası olduğu anlaşılan- gencin kadınlara baktığını fark eder. Allah’ın Resulü (s.a.a.) ona şöyle nasihatte bulunur: 

“Kardeşimin oğlu! Bugün öyle bir gündür ki, kim gözüne, kulağına ve diline sahip çıkarsa Allah onu affedecektir” 

İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) değerli babaları İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s.) naklettiği bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.a.) Arafat’a doğru giderken, oldukça yakışıklı bir genç olan Fazıl b. Abbas’ı kendisine yol arkadaşı yapmıştı. Bu sırada kız kardeşi ile birlikte hareket eden bir Arap ile karşılaştı. Adam, Allah’ın Resulü’ne (s.a.a.) bir soru sordu ve Peygamber de ona cevap verirken Fazıl b. Abbas adamın kız kardeşine bakıyordu. Fahr-i Kâinat, elini Fazıl’ın gözüne tuttu ama o başka taraftan bakmaya devam etti. Arap ile Allah’ın Resulü (s.a.a.) arasındaki diyalog bittikten sonra Fazıl’a döndü ve elini omzuna koyarak şöyle buyurdu: 

“Bu günlerin ‘Eyyamun ma’dudat (sayılı günler) olduğunu bilmiyor musun? Bu günlerde kim eline, gözüne ve diline sahip çıkarsa Rabbimiz, ona gelecek yılın hac sevabını yazar.”

Bu iki rivayetin incelenmesi bize hata yapan ergen ve gençlerin ikaz edilmesi adına öğretici noktaları göstermektedir. Örneğin: 

  • Bu hayat tarzı içerisinde yaşayan gençleri ikaz ederken, doğrudan ve emir içeren cümleler yerine (yani gözünü kapat, bakma vb.) dolaylı ve emir içermeyen cümleler ile uyarmak daha münasip olacaktır. Bu hassas noktaya dikkat etmek, kişiyi sözün içeriğine yönlendirecektir. Birey de bunu özgürce ve gönül rahatlığı ile uygulayacaktır. Çünkü bu şekilde onun bağımsızlık arzusu müdahale edilmemiş ve nefsine saygı duyulmuş olunacaktır. 
  • Nasihat, korku ve kaygı yaratmaktan ziyade ergen ve gençlerden beklenen olumlu davranışların güzelliğini ve doğuracağı önemli sonuçları içermelidir. 

Bu durum, insan psikolojisine özellikle de bu hassas dönemde bulunan ergen ve gençlerin hâlet-i ruhiyesiyle uyuşmaktadır. Hatta bu tür nasihatler, kişiyi yalnızca yanlış fiillerden uzaklaştırmaz, belki de ona doğru yolu da gösterir. Bu yöntem, gençlerin psikolojik ve ruhsal durumlarının göz önünde tutulması ve özellikle de ruhî buhran ve bunalımlarla mücadele ettiği böylesine bir dönemde, psikolojik problemlerinin daha da alevlenmesini engelleyecek ve genci doğru yola götürecektir. Ama bazen de olumsuz davranışların kötü sonuçlarını, bu sonuçları bilip umursamayan gençlere hatırlatmak, umut vermekten daha etkili olabilmektedir. İmam Hasan’ın (a.s.) kahkahalar atarak kendinden geçen bir gence karşı takındığı tavrı bu doğrultuda yorumlayabiliriz. Tabersî’nin Mecmau’l-Beyan’ında geçen bu rivayetten almamız gereken ders, gencin nasihat edeceğimiz konu hakkında bilgisinin olup olmadığını bilmemizdir. Bu yüzden İmam Hasan (a.s.), öncellikle gence şu soruyu sorar: “Herkesin öldükten sonra ahirete gideceğinden haberin var mı?” Daha sonra da İmam (a.s.), ona bilgisinin kaynağını sorar ve gencin bilgi sahibi olduğundan emin olduktan sonra onu ikaz eder. Bunların yanı sıra, ikaz edeceğimiz konu hakkında soru sormak, kişiyi bildiklerine sevk eder ve bu da onun öğrenip, bilgiyi biriktirmenin ve hayatta doğru ve yerinde kullanmamanın bir değerinin olmadığını gösterir. Maalesef, birçoğumuz bu bilgileri farklı yollardan örneğin; anne-baba, kitap, mecmua ve öğretmenlerden öğrenir ama hayata asgarî şekilde yansıtırız. Hâlbuki, yalnızca birkaç nasihat dinleyip, bunu hayatımızda pratiğe döksek, oluşacak değişiklik, zamanla unutulur hâlde olan kullanmadığımız birçok bilgiyi beynimizde depolamakla karşılaştırılamaz bile. 

Ergen ve gençlere karşı uygulanan hayrı isteyen iyi niyetli ikaz ve şefkat içeren nasihatler, psikolog ve eğitimci bilim adamları tarafından da onaylanmaktadır. Gençlerin kapasitelerinin tanınması, bizim onların sorunlarını çözmemizde bir hayli yardımcı olacaktır. Kişi bu yolla, yaptığı davranışların sonuçlarını görecek, kendi yeteneklerini, problemler ile mücadele ederek olumlu sonuçları olan doğru davranışları seçmekte kullanacaktır.

  1. Olumsuz Davranışlar ve Sonuçları Hakkında Bilgilendirmek

Gençlik döneminin özelliklerinden bahsederken, onların deneyim ve tecrübelerinin az oluşundan söz etmiştik. Bu deneyimsizliğin temeli öncelikle hayata dair olan yaşanmışlığın az oluşu, ikinci olarak da, bu çağdaki duygusal, ruhsal ve şehvanî güdülerin karşı konulmaz üstünlüğüdür. İslâm kaynaklarına göre “cehalet” ve “bilgisizlik” yoldan sapmanın, hataya duçar olmanın esas nedenleridir. Bilgisiz ve cahil insan kolaylıkla her türlü çirkinliğe bulaşır. Bu yüzden olumsuz davranış, hata, ahlâksızlık ve suçlar ile savaşta en önemli usullerden biri, bu gibi davranış ve sonuçları hakkında kişiyi bilgilendirmektir. Bu yönde bilgi ve ikazlar, kişiye hususi bir basiret kazandırarak onu, özellikle de genci yoldan çıkmaktan koruyacaktır. Tabiî ki, bu konunun hangi yöntem ve kalıpta gerçekleşeceği de son derece mühimdir. Bu konuda psikolog ve eğitim uzmanlarından yardım almak bir hayli önemlidir. 

Bu tarz bilinçlendirme ve bilgi paylaşımının tek başına kişiyi yoldan çıkarabileceği gibi sözler söylenebilir. O yüzden kişi, olumsuz davranışlarda bulunmadıkça, ona böyle bilgilerin verilmesinden kaçınmak gereklidir denilebilir. Misal olarak; zina, eşcinsellik, mastürbasyon vb. gibi diğer cinsel sapkınlıklardan habersiz olan veya genç bir kızın karşı cins ile arkadaşlık yapıp, onlarla sohbet etmesinin veyahut hemcinsi ile bazı yakınlaşmaların bilincinde olmaması gibi örneklerde, bu konu hakkında bilgisi olan bir kişiden daha az tehlike altındadır ve aslında bu gibi bilgilerin kendisi de ergen ve genç için bir tehlike kaynağıdır. Çünkü şahsın bugüne kadar böyle bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmamış ve böyle bir davranışta bulunmak belki de aklından dahi geçmemiştir. Ama şimdi, bu dalalete düşürebilecek konular hakkında bilgi sahibi olduğundan, bu tip davranışlarda bulunma olasılığı artmıştır. Özellikle de araştırma ve merak etme ruhunun kişiye hâkim olduğu gençlik evresinde, bu konuları kendi bağımsızlığına halel gelme ihtimaline karşı, ailesi ve büyüklerine bir koz olarak kullanabilir. Buna karşılık, gençlere bu tür davranış ve sonuçları hakkında sağlıklı bilgi vermek ve onları ahlâkî kurallar ile tanıştırmak oldukça müsbet bir harekettir. Hâl böyle olunca da yukarıda değinilen meseleler artık göz ardı edilebilir. Zira günümüz toplumunda ergen ve gençlerin her türlü bilgiye ulaşmaları son derece kolaylaşmış, tabiri caizse gözü, kulağı açılmış durumdadır ve bu bilgiler de onlara yeni bir şeyler öğretmeyecektir!

Peki, öyleyse gerçek nedir ve ne yapılmalıdır? Bize göre insanları hatalardan alıkoymak adına onları bilgilendirmenin işe yararlılığı konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. Önemli bir noktayı da unutmamak gerekir ki, eğitim ve terbiyede genel bir reçete yoktur. Bu reçetenin içeriğini karşımızdaki kişinin davranış ve durumu belirler. Dolayısıyla ne herkese, olumsuz fiillere karşı bilgilendirmenin işe yararlığı inkâr edilebilir ne de bu bilgilerin herkes için her zaman ve aynı şekilde verilebileceği savunulabilir. Örneğin; ergen ve gence, laf atmanın ve karşı cinse bakmanın yanlışlığı hakkında bilgi vermek, onun bu tasvip edilmeyen ahlâkdışı konuları öğrenmesine yol açar bahanesiyle bilgi aktarılmaması gibi. Buna mukabil, bazı yanlış eylem ve fiiller karşısında kişiye yanlışa düşmeden önce konu hakkında bilgi vermek gerekmektedir. 

Tüm bunların yanı sıra, İslâm kaynaklarına göre bu gibi bilgi ve uyarılar ergen ve gence yumuşak ve dolaylı ve tatlı bir dille anlatılmalıdır. Bunlara en iyi örneği Yusuf suresinden verebiliriz.

  1. Yoldan Çıkmışların Oyun ve Hilelerine Karşı Bilinçlendirmek

Bundan önce, ergenlik ve gençlik dönemlerinde duyguların ağır basıp, aklın önüne geçtiği ve gençlerin hayat deneyimsizliklerinden bahsedilmişti. Bu eksiklikler, kişinin olayların gerçek boyutlarını ve bunların onu da ilgilendiren sonuçlarını görememesine neden olmaktadır. Ayrıca tüm bunlar, kendi geleceği ile ilgili açık bir görüntü edinebilmesini engellemektedir. İşte bu deneyimsizlik, ergen ve gencin kişi ve gruplara oldukça kolay kanmasına, özellikle de ailevî ve toplumsal faktörler bu ortamın vuku bulması için uygunsa yol açmaktadır.. Örneğin; aile ve arkadaş çevresi genci yeterince derk edip, anlamıyorsa genç, kolaylıkla kendini iyi niyetli gösterip, ancak, aslında onu istismar etme peşinde olan kişilere bağlanabilir. Bu gibi kişiler ilk başta kendilerinin iyi niyetli, gencin geleceğini düşünen ve ona karşı en ufak bir art niyet beslemeyen kişiler olarak tanıtırlar ve sanki kişiye güzel bir gelecek sunmak için çalışıyormuş izlenimi uyandırırlar. Bu gibi oyun ve sahtekârlıklarla gence hayatı ve konumlarını güllük gülistanlık gibi gösterip, onu uçuruma sürüklerler. Suça bulaşmış çocuk ve gençlerin hikâyelerine bakıldığında, bu kişilere nasıl kandıkları ve onların oyunları yüzünden nasıl suç dünyasına itildiklerini rahatlıkla görebiliriz. Unutulmamalıdır ki, eğitmenlerin ikazları büyük ölçüde gençleri bu tehlikelerden korumaktadır. Tabiî ki, bu da yalın hâliyle bunları önlemek için yeterli bir yol değildir. Fakat bu ikazlar, gençlerin ruhunda aynı bir alarm gibidir ve gençlere bilgi ve doğru bir bakış açısı sağlar. İşte bu yüzden yoldan sapmaların önünü almak için etkili bir silahtır.

Açıkçası, ikaz eden kişi genç tarafından ne kadar sevilip sayılıyorsa, bu ikaz daha etkili olup, daha bir kabul görecektir. Başka bir deyimle, aile ve eğitmenlerin ikaz ve uyarılarının işe yararlılığı önceden kurulmuş duygusal müsbet ilişkilerin sıkılığına bağlıdır. Ama maalesef bu duygusal ve ruhsal ilişkinin yoksunluğuna bağlı olarak, genelde bu gibi ikazlar boşa giden bir avuç lafın ötesine geçememektedir.

Sapkın ve batıl yol üzere olan kişilerin oyunlarını açığa çıkarıp, onların yapmak istedikleri hakkında gençleri uyarmak; emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’e yerinde bir örnektir ve bu, ergen ve gençlerin yanlış yola sapmasına engel olmak demektir. Ebu Basir, İmam Cafer-i Sâdık veya İmam Muhammed Bâkır’dan naklettiği bir rivayette bu konuya değinmiştir. 

“Lût’u da gönderdik. Toplumuna şöyle demişti o: “Öyle bir iğrençliğe bulaşıyorsunuz ki, sizden önce âlemlerden bir tek kişi bunu yapmamıştır.”

İmam (a.s.), Lut Kavmi’nin nasıl yokluğa doğru sürüklendiği ve Şeytanın bu kavime mensup insanları ne şekilde kandırdığından bahseden yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurmuştur;

“Şeytan, hoş ve cezbedici bir simayla onların gençlerine gitti (bu nokta en iyi başlangıcın gençler olduğunu ve bunun için gençlerin beğendiği stil ve tarzların kullanıldığını görülmektedir) ve gençlerden onunla birlikte olmalarını istedi. Bu şehvani zevki onlara tattırdıktan sonra onları birbirleriyle ilişkiye itti. En başta nefsini korumayı başarmış ve kendisini cinsel eziyetlere maruz bırakmayan genç, şimdi cinsel doyuma ulaşmak adına kendine bu eziyeti reva görmeye başlamıştı. İşte böylece eşcinsellik Lut kavmi arasında yayılmaya başladı.” 

  1. Pozitif Tedavi Metodu, Olumlu ve Doğru Davranışların Ortaya Çıkarılıp Takdir Edilmesi

Gençlerin hata ve olumsuz davranışları karşısında, onların yaptığı iyi ve olumlu davranışlarına odaklanıp, bu yönlerinin güçlenmesini sağlamaya pozitif tedavi metodu denir. Elbette pozitif tedavi, pozitif düşünce ile birleştirildiğinde etkili olmaktadır. Bundan önceki konularda ergen ve gençlerin konumlarından bahsederken, Masum İmamlar’ın (a.s.) en önemli plan ve hedeflerinin, toplumun gençlere karşı bakış açısını düzeltmek olduğundan bahsetmiştik. Bunun başarılması için de, gençlerin olumlu yönlerini gözler önüne sermek, bu gerçekçi ve gerekli ruhu, toplum içerisinde hâkim kılmak icap etmektedir. Hiç çekinmeden şu gerçek savunulabilmektedir; birçok rivayet ve hadis, ergen ve gençlere karşı pozitif bakmayı ve iyimser olmayı içermektedir. Bu konu, gençlere toplumsal sorumlulukların yanı sıra ekonomik, siyasî ve kültürel alanlarda sorumluluklar verildiğinde kendini gösterdiği gibi, olumsuz davranışlar karşısında da kendini göstermesi açısından bir hayli önemlidir.

Tasvip edilmeyen uygunsuz davranışların dikkate alınmasından daha önemli bir gerçek de, ergen ve gençlerin olumlu, müsbet özelliklerine ağırlık verip, onların bu iyi ve yerinde davranışlarına değer vererek bu davranışları ve özellikleri güçlendirmek suretiyle kişiliklerinin gelişimini sağlamaktır. Maalesef, birçok insan, gençlerin hata ve uygunsuz hareketleri ile karşılaşınca, onların müsbet yön ve yeteneklerini bir çırpıda unutmakta ve tabir yerindeyse, bardağın dolu kısmını görmek yerine, hep boş olan kısmını görmektedirler. Bu pesimist (kötümser) yaklaşımlar, ergenlik çağındaki gençlere karşı olumsuz davranışlar için bir zemin hazırlamakta olduğu hakkında, daha önceki konularımızda da bu davranışların bazı yan etkilerine vurgu yapmıştık. 

Pozitif tedavi metodu ile, yani olumlu ve doğru davranışların ortaya çıkarılıp takdir edilmesi yöntemi ile gençlerin iyi ve müsbet davranışlarını ıslah ve terbiye aracına dönüştürebiliriz. Özellikle yapıcı etkisi kesin olan davranışlar bu konuda belirleyici bir öneme sahiptir. Zaten İslâmî rivayetler de bizi bu detaya yönlendirmektedirler. Örneğin, bir rivayete göre Ensar’dan bir genç Peygamber Efendimizin (s.a.a.) kıldırdığı cemaat namazında hazır bulunmasına rağmen çok çirkin ve beğenilmeyen davranışlarda bulunuyordu. Büyükler bu konudan rahatsızlık duyup çare aramak için Allah’ın Resulü’nün (s.a.a.) yanına gittiler. Peygamber (s.a.a.) bu kişilerin dikkatini o gencin yaptığı olumlu ve müsbet hareketlere yani namazı cemaatle ile kılmasına çekerek; “Bu iyi davranışı, bir gün o kötülüğü yok edecektir.” diye buyurmuş ve gerçekten de öyle olmuştur.

Pozitif düşünmek ve pozitif tedavi, insanların hidayeti ve terbiyesinde önemli bir konuma sahiptir. Ama özellikle gençler ve ergenlerin terbiye ve eğitiminde bu daha bir önem kazanmaktadır. Bu yüzden gençlerin en ufak olumlu yönleri bile ebeveyn ve öğretmenleri tarafından göz ardı edilmemeli ve aksine bu en iyi şekilde onların terbiye ve eğitimi için kullanılmalıdır. Rivayetlerde yapılmış oldukça ilginç karşılaştırmalar da konuya ayrı bir değer katmaktadır. Örneğin;

“Allah katında günahkâr ama gönlü zengin ve cömert bir genç, ibadet ehli ama cimri bir ihtiyardan daha sevimlidir.” İslâm öğretileri, gençlerin toplum içerisinde ve sosyal hizmetlerde aktif ve etkin bir rol üstlenmesini ve bunun sayesinde dinî, sosyal ve ahlâkî değerlerinin şekillenmesi gerektiğini, dolayısıyla da birçok günah ve hatadan uzaklaşacaklarına vurgu yapmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir